Herkesin çocukluğunda kendine yer edinmeyi başarmış bu güzel karakterin yürek burkan hikayesini sizler için derledim.
Heidi'nin Ardında Yatan Yürek Yakan Gerçekler
Heidi’yi Alp Dağlarında dedesinin yanında yaşayan pembe yanaklı küçük kız olarak tanıdık. İlk başta dedesinin bile istemediği bu sevimli kız, sevecen halleriyle hem dedesinin hem de tüm dünyanın kalbini kazanmayı başardı. Serüvenlerini severek izlediğimiz bu kızın ayaklarının yaz kış çıplak olduğunu fark etmiş miydiniz?
Heidi’nin dostları Peter ve Klara’nın ayakkabıları varken Heidi’nin ayaklarının her daim çıplak bırakılmasında tek amaç karakterin özgür ruhunu vurgulamak değildi. Bu detayın altındaki asıl sebep ise İsviçre’nin karanlık tarihini gözler önüne seriyordu.
Bu meşhur hikayenin özü Verdingkinder’e dayanır. Verdingkinder kelime anlamı olarak çıplak ayaklı çocuk demektir ve İsveç tarihinde köle olarak çalıştıran çocuklar için de kullanılanılmaktadır.
Hikayenin yazarı Johanna Spyri’nin, Heidi'nin ayaklarını çıplak bırakmasındaki amacı tarih boyunca ezilen kimsesiz çocukların bi nebze olsun sesi olabilmekti.
Çizgi filmde diğer karakterlerin ayakkabıları varken Heidi’nin yoktu. Çünkü çıplak ayaklar, köle çocukları diğerlerinden ayıran en önemli simgeydi.
On sekizinci yüzyılın sonlarına doğru İsviçre'de boşayan bir politika, devlete borcu olan ailelerin çocukları, ebeveynleri vefat eden çocukları ya da herhangi bir suça karışmış çocukları devlet ya da klise gözetimiyle başka ailelerin yanına veriyordu. Bu ailelerin yanında insani olmayan standartlarda yaşamaya çalışan çocuklar ayrıca çiftliklere çalıştırılmak üzere çocuk pazarlarında satılıyordu.
Köle olan çocuklar en ağır işlerde çalışıyor, ev ve çiftlik işlerinin zorluğu o küçücük omuzlarında taşıyorlardı. Doğru düzgün beslenemeyen çocukların geceleri uyuduğu yer büyük çoğunlukla ahırlardı. Tüm bu şartlar altında yaşam mücadelesi veren çocuklar, sosyal hayatta diğer çocuklardan rahatça ayırt edilmeleri için çıplak ayaklı olarak gezmek gibi bir zorunlulukları da vardı.
Bu insanlık suçu benimsendi, o çocuklar görülmedi ve hayatları hiçe sayıldı. Çıplak ayakları belki de en küçük dertleriydi. Ordan oraya savrulan hayatlar şüphesiz kolay değildi. Çalıştıkları ağır işler bir yana maruz kaldıkları taciz ve tecavüzlere de kimse ses çıkarmıyor hatta bu ölüm sebebi olduğu takdirde doktorlar tarafından değiştirilerek yok oluşları göz ardı ediliyordu.
Çocukları ‘borçlu’ aileden kurtarmayı gerekçe göstererek kurulan bu kölelik sistemi 1974 yılına kadar devam etti.
Toplum bunun bir kölelik sistemi olduğunun fark edene varana kadar bu uygulama sıradan bir şey gibi düşünülüyordu. Yasaklandıktan sonra bile İsviçre uzun zaman bu konuyu konuşmaktan çekindi ve üstünü örttü.
Faydalı bir yasakmış gibi görünüyorsa bile 1960’lara kadar dünyada eşi benzeri görülmeyen bir çocuk sömürü merkezine dönüşmüştü İsviçre. 150 yıldan fazla bir süre boyunca çocuklar devlet ve kilise eliyle ailesinden alınıp başka aileye satıldı.
Bu korkunç tabloya ilk defa dur demeye çalışan bir Rus doktor, çalıştırıldığı çiftlikte ağır ve yoğun cinsel istismar sebebiyle hayatını kaybeden bir erkek çocuğu hakkında rapor yazdı. Rapor pek dikkate alınmadı ve durumu değiştirmedi ancak bir kıvılcımı ateşlemeyi başarmıştı.
İsviçre’de 1789 yılında fabrikalarda çocukların çalıştırılmasına +14 sınırı getirildi.
Bu olaydan sonra bazı yazarlar, sendikalar ve örgütler çocuk kölelerin sesleri olmaya gayret ettiler. İsviçre tarihinin karanlık yüzü olan kölelik sistemi 1891 yılında tam anlamıyla yasaklandı.
İsviçre suçu üstlenmedi.
Ve günümüzde bu çıplak ayaklı çocukların bazıları hala hayatta fakat İsviçre 2013’e gelindiğinde özür dileyebildi. Kilise de sanki yapılanlar normalmiş gibi özür diyeme gereği bile duymadı.
Bu gibi haberlerinin devamı için parafesor.net sitemizi ziyaret edebilirsiniz.
Benzer içerikler için buraya tıklayınız.