Dünya Savaşı’nın son yılları birbiri ardına değişen yönetimlerle birlikte binlerce yıllık hanedanlıklarında sonu geliyordu.
Kraliyet ailesinin yeni yeri tarih kitapları olarak belirlenmişti. Ancak bazıları, monarşiyi devletin gücü ve milliyetin bir sembolü olarak görmeye devam ediyordu. Japonya, Yamato Hanedanı’nın izini silmek yerine, 1945’teki teslimiyetten sonra imparatorun yetkilerini törenlerle sınırlandırmayı seçti.
1952’de büyük prens Akihito’nun veliaht oluşu da tamamen temsilendi. Avrupa’ya açılan ilk imparator olmayı başaran babası gibi hanedanlık geleneklerinin üzerinde köklü bir değişime neden olacaktı. Onun için pekâlâ “değişimin yüzü” de denilebilir. Akihito hakkında bildiklerimiz; 1933 yılında imparatorluk sarayında doğduğu ve resmi kraliyet geleneğine uygun olarak sadece iki yaşındayken Akasaka Sarayı’na gönderildiğiydi. Ebeveynlerinden ayrı büyütülen çocuğun kısmen de olsa atalarının ayak izini takip etmesi bekleniyordu. Kendinden öncekilerle arasındaki fark akıl hocasının bir Japon olmamasıydı.
Bu görev Amerikalı yazar Elizabeth Gray Vining tarafından yerine getirildi. Böylece Batılı düşünce ve politikaları izlemesi sağlandı. Prens, zekâ kadar fiziksel özelliklerin önemli olduğu bir toplumda yaşıyordu. Üniversitede arkadaşları ten renginin koyu olması nedeniyle ona takma isimlerle seslendi. Bu da güçlü imajını sarsan bir unsurdu. Kendini alaycı sözlere kaptırmadan ileriye bakmaya devam etti. 1957 yılı onu hayatının aşkıyla buluşturdu. Tenis kortunda gördüğü bu genç kızın adı Michiko’ydu. Birlikte yaptıkları maçtan sonra ona tamamen âşık olduğunu hissetti.
Kısa süreli yakınlaşmadan sonra hakkında birçok bilgiye sahip oldu. Sporda iyiydi, piyano çalıyordu ve resim yeteneği vardı. Yemek pişirmekten zevk alan Michiko, tütsü sanatıyla da ilgileniyordu. Tek eksiği soylu sınıfına ait olmamasıydı. Akihito hislerini reddetmek şöyle dursun, Japonya’daki değişim rüzgarlarını kendi lehine kullanmaya karar verdi.
Michiko ile ilişkisini halktan saklamadı. Yeni çift, basının ve haliyle toplumun yakın takibine girmişti. İngiltere’nin kraliyet ailesi kadar ünlülerdi. Michiko, Kasım 1958’de yapılan nişan töreninden ertesi yıl düzenlenen düğün törenine kadar geçen sürede hem beğeni topladı hem de hoşnutsuz bakışlara maruz kaldı.
Babası Nisshin Flour Mills’in başkanıydı ve bu da onu “Değirmencinin kızı” yapıyordu. Ailesi, geçmişte birçok klanın yaptığı gibi kızlarını geleceğin imparatoruyla evlendireceği için övünmüyordu. Mütevazi yanlarını daima koruyorlardı. Lakabından memnun olmasa da bu yüzünü toplumdan gizledi. O daha çok babasının üzüleceği endişesiyle kalp ağrısı çekiyordu. Baskılara rağmen aşıklar yalnızca birbirlerine sığındı.
10 Nisan 1959 yılında gerçekleşen düğün töreninde halkın ilgisine nail oldular. Öyle ki yakından takip etmek isteyen binlerce kişi sokağa döküldü. Sadece televizyon yayını ile anbean takip eden 15 milyon kişi vardı. Bu düğün sevimli bir çift oldukları için dikkat çekmedi. Prens Akihito, soylu birinin değil zengin bir iş adamının kızını seçmişti. Zengin olmaları onları sıradan halktan ayırmıyordu. Evlilikleri, binlerce yıllık hanedanlık geleneğini bozmuş oldu.
Kısmen de olsa yaşananlar rüya gibiydi. Michiko artık “Prenses” olarak anılacaktı. Karı koca olduktan sonra Akihito, babası gibi yeni ailesini halktan izole etmedi. Birbirlerine olan bağlılıkları ile kamuoyu üzerindeki etkileri kısa sürede değişti. Halkla olan sınırlar nihayet kaldırılmıştı. İlk oğullarını kucaklarına aldıkları zaman prensesin endişesi tezahür etti. Bebeğinden ayrılmak zorunda kalacağından korkuyordu.
Kocasına oğlunu bizzat büyütmek istediğinden söz etti. Bu isteği imparatorluk üyelerinden birkaçını rahatsız etti. Ona soğuk davranmaya başlayanlar olmuştu. Akihito için evin içi huzurlu oldukça dışarısının pek önemi yoktu ve karısının talebini kıramadı. Belki de küçük yaşta annesiz kalmanın kötü yanlarını bildiği için çocuğuna kıyamıyordu.
Prenses Michiko’nun da en zorlandığı durumlardan birisi kendi ailesinden uzak kalmasıydı. Bu uzaklık fiziksel anlamda değildi. Kraliyet içinde olan biten her şeyi olduğu gibi anlatamıyordu. İçinde tuttuğu pek çok düşünce, yalnızlık hissini pekiştirdi. Bilhassa sağlıksız gebeliği nedeniyle kürtaj olduğu dönem zihinsel bir çöküntü yaşadı. Annesine bile kendini doğru düzgün ifade edemiyordu. Bir soylu olmadığı için attığı her adımı hesaplamak zorundaydı. İmparatorluk ailesine herhangi bir kötü laf gelsin istemezdi. Bu konuya çok özen gösteriyordu.
Sicili temiz, örnek bir insan olarak görülmeyi arzuladı. İlerleyen yıllarda, kendini o kadar çok disipline ettiği için ara sıra pişmanlık duyduğu oluyordu. Yine de bu tutumu sayesinde halk tarafından çok sevildi. Dilediği gibi Japon kadınlara her anlamda örnek oldu. Saç modelini, moda anlayışını, aksesuar seçimlerini ve konuşma şeklini taklit ediliyorlardı. Herkes onun gibi olmak istese de kraliyet ailesinin katılığı yüzünden hastalanmaya başlamıştı. Bu durum, Akihito’nun üzerine düşmesine neden oluyordu. Güzel çift kameralar önünde birbirleriyle tatlı söz alışverişinde bulunarak binlerce insanı hayal dünyasına hapsetti.
İmparator ve imparatoriçe olduktan sonra halkla daha çok iç içe oldular. 3 çocuklarıyla birlikte yılları devirdiler. Deprem, tsunami ve diğer olaylarda halkın en büyük destekçileriydi. Artık eskisi gibi koşamasalar da her zaman yardım için olay yerine ilk gelenlerin arasındalardı. İmparator Akihito, son yıllarını karısıyla geçirmeyi düşlediği için ölmeden önce tahttan çekilmeyi tercih etti. Yerini 2019 yılında oğluna bıraktı.