Çok eski çağlarda yaşayan kavimlerden birinin zalim mi zalim bir hükümdarı varmış. Emrinde olan ve çalışan herkese zalim davranırmış bu hükümdar.
Çok eski çağlarda yaşayan kavimlerden birinin zalim mi zalim bir hükümdarı varmış. Emrinde olan ve çalışan herkese zalim davranırmış bu hükümdar. Bir tek kişiye fazla zalim davranmazmış. O kişi de genç bir delikanlı olan sarayın şifacısı ve sihirbazıymış.
Bu delikanlıyı yaşlanmış olan eski şifacısı eğitmiş. Hükümdar herhangi bir sıkıntıya düştüğünde hemen bu genci çağırırmış ve o dertten bu genç sayesinde kurtulurmuş.
Günlerden bir gün hükümdar bu sihirbaz genci yanına çağırmış. “Bak delikanlı, çok iyi biliyorsun ki seni ben yetiştirdim ve bu günlere getirdim. Sarayımda senin gibi birine hep ihtiyacım var bunu ikimiz de biliyoruz.
Çok sevdiğim ve hürmet ettiğim yaşlı baba yadigarı dostum var. Uzak bir yerde yaşıyor. Uzun bir yolculuk ettikten sonra yanına varacaksın. Benim selamımı iletip hediyelerini verdikten sonra Onu tedavi edip iyileştirmeni istiyorum” demiş.
Şifacı ve sihirbaz olan ve işinde de oldukça yetenekli olan bu delikanlı yanına aldığı azık ve hediyeleri atına yükleyerek ertesi gün yola düşmüş. Uzunca bir yolculuğa çıkmış. Nice zaman geçmiş ve yollarda pek çok başına da gelmiş birçok kişiyle tanışmış delikanlı.
Günlerden mola verdiği bir gün suyunun kalmadığını fark etmiş. Atını oraya bağlamış ve su aramaya çıkmış. Etrafta kuyuya benzer hiçbir şey görememiş. Ama ileride kulübeye benzer harabe bir ev görmüş.
Sevinçle koşmuş ve eve varmış. O an kapının önündeki otlardan yapılmış çardağın altında dinlenen yaşlı ak sakallı bir adamın oturduğunu görmüş.
Selam vermiş ve yanına oturmuş. Ak sakallı, nur yüzlü bu yaşlı adamın o bölgenin hürmet edilen bilge bir hocası olduğunu öğrenmiş. Onunla sohbet etmeyi çok sevmiş.
O gün geceyi bu yaşlı adamın evinde geçirmiş burada iyice dinlenmiş ve karnını da bir güzel doyurmuş. Olup bitenleri de bir güzel anlatmış ve o gece geç vakte kadar bu ihtiyarın tatlı sohbetini dinlemiş. Ertesi gün yola çıkmış delikanlı. Hükümdarın bahsettiği dostuna varmış. Onu tedavi ederek iyileşmesini sağlamış.
Tekrardan saraya gitmek üzere yola koyulmuş. Saraya gelince hükümdara yaşlı dostunun selamını getirmiş ve dostunun iyi olduğunu bildirmiş. Hükümdar bu duruma çok sevinmiş. Günler böyle geçip giderken bizim sihirbaz delikanlı da eski sihirbaz değilmiş.
Delikanlı saraydan arada sırada kayboluyormuş. Değişimini hükümdar da fark etmiş ve peşine adam takmış. Delikanlının ak sakallı alim hocanın evine ziyarete gittiğini orada dinlenmiş olduğunu öğrenen hükümdar deliye dönmüş.
Hemen delikanlıyı yanına çağırmış. Hükümdar apar topar huzuruna gelen delikanlıya hiddetle bağırmış:
“Senin Tanrın ben değil miyim? Sen yaşıyorsan benim sayemde. Ve bugünlere ben getirdim seni. Nasıl benden başkasına ve başka tanrılara inanırsın sen” diyerek bağırıp çağırdı. “Atın bunu zindana!” diye bağırmış.
Delikanlı zindanda gözyaşları içinde günlerce tövbe etmiş. Kendisini affetmesi için Allah’a yalvarmış. Aradan günler geçmiş ve bekçi gelmiş delikanlıyı zindandan çıkarmış.
Hükümdar ülkede baş gösteren salgın bir hastalıktan dolayı çaresiz kalmış. Delikanlıyı huzuruna çağırarak bu salgın hastalık için yardım istemiş. Delikanlının bir şartı varmış. Benim inancıma karışılmayacak, demiş. Hükümdar çaresiz kabul etmiş. Genç okuduğu bazı şifa verici ayetler ve dualarla hastalığın kısa sürede ortadan kalkmasını sağlamış.
Hükümdar bu gence minnettar kalmış. Ve aynı zamanda bu mucizeye şaşırmış. Delikanlıya art arda sorular sormuş.
Ardından “Ben ne büyük yanılgı içindeymişim meğer. Allah beni de affeder mi acaba?” diye sormuş gözyaşlarıyla. Saraya davet ettiği hocanın huzurunda tövbe edip kelime-i şehadet getirerek Müslüman olmuş.