Savaş tarihine bakıldığı zaman Mohaç Meydan Muharebesi’nin ayrı bir yeri olduğunu görmekteyiz.
Bunun nedeni tarihin en kısa sürede kazanılmış meydan savaşı olmasıdır. Bazı tarihçiler bu durumu yalanlamakta, hatta ilk defa okuyanlar Mohaç Savaşı’nın yaklaşık iki saat gibi rekor bir sürede yapılmış olması pek inandırıcı bulmamaktadır. Bu bilgi çoğunlukla savaşın yapıldığı yüzyılda Osmanlı devletinin de düşmanları üzerinde korku oluşturmak amacıyla yürüttüğü psikolojik savaşın bir ürünü olduğunu iddia edilebilir. Peki bu durumda gerçeklere ulaşmak için gelin 16. Yüzyıl Osmanlı ve Avrupa dünyasının kısa bir analizini yapalım.
Avrupa’nın Durumu
Orta çağ Avrupası krallar arasında bölünmüş ve her bir kralın yanı başında duran bir din adamı peyda olmuş. Vatikan ve Katolik kilisesinin baskıcı tutumu ve uyguladıkları entrikalar Avrupa’yı bir çıkmaza sokmuştu. Zenginliğin kaynağı topraktı ve topraklar zengin asilzadelerin elindeydi ve bu asilzadeler daha büyük güç kazanmak amacıyla hem kendi aralarında hem de krallarıyla devamlı çatışma halindeydiler. Kıtlık, savaşlar ile yıpranan halkın tek dayanağı inançlarıydı ve bu durumdan en çok çıkar sağlayan kurum ise kilise oldu. Politikadan bilime, ekonomiden eğitime kadar her şey kilisenin güdümüne girmiş ve hatta bir prens tahta çıkmak istiyorsa tacını bir din adamının elinden giymek zorundaydı. Haliyle kilise mensupları taç giyme gibi önemli törenleri bedavaya yapacak değillerdi ve krallardan yüklü miktarlarda para alıyorlardı. Bu sayede giderek zenginleşen kilise bu gücü kaybetmemek amacıyla halkın üzerinde otorite kurmak için krallar ile iş birliği yapıyorlardı. Peki bu kötü bir şey mi? Din adamları tarihin her döneminde yöneticilerle iş birliği yapmışlardır ama burada kilise her şeyin üzerinde etkiye sahipti, özellikle bilimin. İncil de yazmayan her şey şeytan işidir anlayışı ile her türlü yenilik kilise tarafından reddediliyor ve hatta itiraz edenler engizisyon tarafından en ağır cezalara çarptırılıyorlardı. Bu durumda Avrupa da bilimin ve sanatın gelişmesinin önünde ciddi engeller vardı.
Muhteşem Osmanlı ve Muhteşem Süleyman
Kader, şans, talih adına ne derseniz deyin 16.yüzyıl Sultan Süleyman’dan yanaydı. Osmanlı tahtına oturan 10. Padişah olmakla birlikte Süleyman tahta çıktığında Osmanlı devleti 3 kıtaya yayılmış ve büyük bir imparatorluğa dönüşmüştü. Süleyman’dan önceki padişahlar devletin kuruluşu ve yükselmesinde çok büyük başarılar elde etmişler ve Süleyman tahta çıkınca kendisine miras olarak sayısı 200 bin e ulaşan profesyonel bir ordu, tıka basa dolu bir hazine odası ve kurulu bir düzen kalmıştı. Süleyman’dan önce Osmanlının büyük rakipleri bertaraf edilmiş ve Osmanlı toprakları Mısır a kadar genişlemişti. Bütün bunların yanında Babası Sultan Selim vefat edince yerine geçebilecek tek aday Süleyman’dı. O ne ataları gibi kardeşler arası taht savaşlarıyla uğraşmak zorunda kaldı ne de güçlü düşmanlarına karşı ülkesini korumak zorunda kalmamıştı. Karmakarışık bir batı ve yozlaşmış doğu ülkelerine karşı güneş gibi parlayan bir Osmanlı devleti vardı. Bilimin ve sanatın merkezi haline gelen İstanbul aynı zamanda ticaretin de merkeziydi. Avrupa da insanlar cadı olarak yakılmaktan korktukları için bitkileri kaynatıp ilaç yapamazlarken Osmanlı ülkesinde tıp bilimi göz ve diş ameliyatları yapılacak kadar ilerlemişti. Bununla da kalmayıp Osmanlı devleti zamanının en büyük silah ve savaş teknolojisine sahipti. Tüm bunların üzerine iyi bir eğitim almış ve kendisini çok iyi geliştirmiş akıllı bir padişahın tahta geçmesi Osmanlı’yı rakipsiz hale getirecekti.
Mohaç Meydanı
Bizans ve Bulgar krallıkları gibi Anadolu ya yakın devletler Osmanlı tarafından ya yok edilmişler ya da egemenlik altına alınmışlardı. Bu durumda Osmanlının asırlık gaza ve cihat politikaları onu Avrupa’nın içlerine doğru ilerletiyordu. Macaristan ile Osmanlı devleti daha önce pek çok defa karşı karşıya gelmiş. Yaşanan çatışmalarının büyük çoğunluğu Osmanlı galibiyeti ile sona ermişti. Sultan Süleyman tahta çıktığında Macar krallığı Osmanlıya her yıl vergi veriyordu. Bu durumdan son derece rahatsız olan Macar kralı Lajos vergi ödememek için çareler aramaya başlamıştı. Sultan Süleyman’ın tecrübesiz ve genç bir padişah olduğu düşüncesi ile harekete geçen Macar kralı en büyük destekçisi Alma kralı Şarlman’ın da etkisiyle Osmanlıya ödediği vergiyi kesti. Bu durumda Osmanlı-Macar savaşı kaçınılmaz oldu.
Osmanlı neredeyse tüm Avrupa ülkeleri için tehdit oluşturuyordu bu nedenle Osmanlıya karşı yapılacak bir savaş için Avrupalı devletler aralarındaki sorunlara rağmen bir araya gelerek Macarlara destek verdiler. Kilise ve Avrupa devletlerinden aldığı destekle Macar Kralı Lajos büyük bir ordu kurmayı başardı. Bu ordu çoğunlukla paralı askerlerden oluşuyordu ve asıl yıkıcı gücünü tepeden tırnağa zırhlı süvarilerinden alıyordu.
Osmanlı tarafında ise savaş için kimseden destek almaya ihtiyacı olmayan bir padişah vardı. İki ordu Mohaç ovasında karşı karşıya geldiklerinde demir zırhları ve çelik silahları ile Macar ordusu parlıyordu ama düşmanı olan Osmanlı ordusunun ne demire ne de zırha ihtiyacı yoktu. Elbette Osmanlı ordusu da demir zırhlar ve çelikten silahları vardı ama Osmanlıyı asıl ölümcül yapan sahip olduğu ateşli silahlardı. Savaş alanına yerleştirilen yüzlerce top birbirlerine zincirle bağlanmıştı. Topların hemen arkasında ise ellerinde tüfekler ile bekleyen binlerce asker vardı.
Savaş Macar süvarisinin saldırı ile başladı. Ağır zırhlı süvariler önlerine gelen ne varsa silip süpürür gibi savaş alanında dehşet saçıyorlardı. Savaşın başında Osmanlı ordusu dağılacak gibi olmuş ve hatta geri çekilmeye başlamışlardı. Bu geri çekiliş Macar ordusunda büyük bir sevince sebep oldu ve krallarının emriyle tüm ordu saldırıya geçti. İşte bu tam olarak Osmanlının beklediği hataydı ve geri çekilen Osmanlı askerleri alana dönerek Macar ordusu kuşatıldı. Ağır zırhlı süvariler Osmanlı top ve tüfek atışlarının ortasında kaldılar ve ne yapacaklarını bilmeden dağıldılar. Savaşa çok iyi başladığını düşünen Macar kralı Lajoş ise Osmanlı tuzağına düştüğünü anladığında artık çok geçti. Çok kısa sürede macar ordusu imha edildi. Savaşın sonunda Sultan Süleyman’ın deyimiyle Öğleden İkindiye Macar ordusu yok edilmişti. Kral Lajoş kaçmaya çalışırken öldü ve veliahdı olmadığı gibi tüm ülkesi artık Osmanlı mülküydü.
Bu savaş ile Avrupa’nın Osmanlıya karşı son savuma hattı olan Macaristan Türklerin eline geçti ve Osmanlı’nın Avrupa da ilerleyişi ile Osmanlı-Avusturya savaşları başlamış oldu. Savaşın 2 saat gibi kısa bir sürede kazanılması tüm Avrupa’yı dehşete düşürürken Osmanlı ordusunun disiplini ve üstün savaş yetenek ve silahları sayesinde çağının ne kadar önünde olduğu görüldü. Sonraki dönemlerde Avrupa devletleri Osmanlı gibi bilim ve teknoloji alanında gelişmeler elde etmeye çalışacak ve Mohaç gibi aşağılayıcı bir yenilginin tekrarlanmaması için çalışacaklardır.