Oldukça kalabalık bir orduyla sefere çıkan Osmanlı'nın askerlerin açlığını nasıl giderdiği her zaman merak konusu olmuştur. Sizler için bunu araştırdık.
Osmanlı Devleti, tabiri caizse ordusunun karnını en iyi doyuran devletlerden biri olma özelliğini taşıyordu. Cihangir padişahlar devri sona erdiği zaman dahi ordunun lojistiği çok iyiydi.
Osmanlı, her türlü kötü şartı hesap ederek gerekli olandan daha fazla yiyeceği yanında bulundururdu. Ancak yanında hepsini birden götürmezdi. Bu bütün besinleri İstanbul'dan taşımadıkları anlama geliyordu.
Güzergah üstünde bulunan belirli ambarlarda yiyecekler depo edilirdi ve güzergah boyunca mal satan genişçe bir esnaf olurdu. Bunlar her seferde orduyla beraber hareket eder, gerekli ürünleri ordu mensuplarına satardı.
Osmanlı sefere çıktığı zaman konakladıkları yerlerde de yemek satın alıyordu. Ama bu güzergah öncesinde ayarlanırdı. Osmanlı'nın geleceğini haber alan şehir halkı, pazarlarını önceden hazır eder ve bu durumdan hem Osmanlı ordusu hem de o bölgenin halkı yararlanırdı.
Ayrıca Osmanlı ordusu konakladıkları yerlerde ava çıkarak; sülün, balık, keklik ve geyik gibi avlarla da gıda ihtiyacını giderirdi.
Osmanlı ordusunun başlıca besinleri; çorba, ekmek, kurutulmuş veya haşlanmış et ile verilen pilavdı.
Peki, sefere giderken tek sırada duran askerler eşit miydi? Herkes aynı şeyi mi yerdi? Ne yazık ki, hayır burada da hiyerarşi vardı.
Eyaletlerden gelerek orduya katılan tımarlı sipahiler sığır etiyle, daha itibar sahibi kapıkulu askerleri ise çok daha lezzetli ve daha pahalı olan koyun etiyle beslenirdi. En üst kademede olanlar da hoşaf, kümes hayvanları, sebze ve börek yerlerdi.
Padişah ise sarayın mutfağını da beraber yanında sefere taşırdı. Zira padişahın ve vezirlerin mutfağı için seferde her bir tanesinin kendine özel usta aşçıları vardı.
Ekmek çok çabuk küflendiği için seferden aylar evvel güzergâhta bulunan çeşitli noktalara fırınlar inşa edilirdi. Odun ve un da bu fırınların yanında zula edilirdi.
Peksimet uzun süre boyunca bayatlamadığı için savaş ve kıtlık zamanının olmazsa olmaz yiyeceğidir. Osmanlı ordusu için peksimet çok önemliydi ve tamamen bu yiyeceği üretiminden sorumlu ana tedarik noktaları bulunurdu.
1768 senesinde Osmanlı ordusu ana tedarik merkezlerinden biri olma özelliği taşıyan İsakçı'dan 22,4 ton peksimet talebinde bulunmuş.
Osmanlı, askerlerinin moralini yüksek tutmak için de sık sık kurban kesermiş. 4. Murat'ın çıktığı Bağdat Seferi toplam 21 ay sürmüş ve Osmanlı askerleri bu zaman süresince 217.279 koyun ve 14 bin ton tahıl yemiş.
1683 Viyana Seferinde ordunun sadece günlük et tüketimi 16 bin ton olmuş. Ekmek tüketimi ise 60 bin. Bu et ihtiyacını karşılamak maksadıyla bir çok hayvan ordunun önünden yürütülüyor, belirlenen noktalarda da kasaplar ve çobanlar o hayvanları keserek ordunun o günlük ihtiyacını karşılıyorlarmış.
Bu hayvanların beslenmesi için yulaf, arpa ve mısır gerekiyordu. Bağdat Seferi'nde 90 bin asker ve 40 bin at için tahminen 11 bin araba yükü yiyecek ve yem lazımdı.
19 - 22 yaş aralığındaki erkeklerin günlük kalori ihtiyacı normal şartlarda 2900 kaloridir. Bedensel faaliyetlerin oldukça fazla olduğu savaş gibi zamanlarda ise 4000 kalori alınması gerekmektedir. Osmanlı orduları, o dönemde bu ihtiyacı en iyi şekilde karşılayan ordulardandı.
Yeniçerilere her sefer öncesinde ek ödenek verilir böylelikle savaşa en iyi şekilde hazırlanmaları sağlanırdı.
Savaşlarda beslenmenin önemini örneklendirecek olursak; 1711 tarihli Prut Seferi'nde Osmanlı askerleri Petro'nun ordularını kuşatmıştı. Söz konusu kuşatma o kadar etkili olmuştu ki hücuma dahi gerek kalmaksızın su ve yemek yokluğundan Petro'nun askerleri anında teslim olmuştu ve henüz savaş başlamadan açlık ve hastalık nedeniyle yaklaşık 5 bine yakın asker kaybetmişlerdi.
Problemler ve suistimaller her zaman vardı fakat sistem bir şekilde işlemeye devam ediyordu. Ta ki 18. yy ortalarına gelene kadar...
18. yüzyıl ortalarında Osmanlı'nın seferlerdeki yemek sistemi tamamen çöktü. Tahılları istifleyip ücretleri yükseltmek, devlete bozuk mal satmak gibi durumlar ortaya çıkmıştı.
Cepheye, samanla karışık arpa ve kumla karışık buğday götürülüyordu. Her alanda olduğu gibi bu sorunlar da askeri güçte yetersizlikle patlak verdi.
Osmanlı'da harem, yalnızca güzel kadınlardan ibaret bir yer değildi. Hem bir otoritesi olup hem de bir o kadar arka planda kalan harem ağalarıyla ilgili bazı enteresan bilgileri sizler için derledim.