Her yaşta her kesimde dinlenen bir müzik türü var: Arabesk
Sanıldığının aksine yalnızca karamsar dakikalara eşlik edecek bir arkadaş değil, toplum ve bireyi tüm gerçekliğiyle yansıtan bir şeydir arabesk. İlk günden beri pek çok tartışmanın da merkezine yerleşen arabesk “ötekilerin” yükselttiği bir kültür, ortada kalmışlığın simgesi olarak görülüyor ve ortada kalmak istemeyenlerin sesi oluyor. Şimdi arabesk müziğin ortaya çıkışına hep beraber göz atalım...
Tarihi bir hayli geçmişe gidiyor keza cumhuriyetin kuruluş sürecinin arabeskin doğmasında büyük etkisi var. Özellikle Batı’ya entegre ve modernleşme adımları yeni pek çok kültür oluşturuyor. Bunlardan biri de arabesk.
Sanat bir toplumdan bağımsız düşünülemiyor. Arabesk de doğduğu toprakların toplumsal gelişmelerine bağlı olarak ortaya çıkıyor. 1930’lu yıllarda batılılaşma hareketlerinin hat safhada olduğu bir Türkiye var. Hatta yıllar sürecek “Alaturka mı? Alafranga mı?” tartışmasının da ortaya çıktığı bir dönemden bahsediyoruz. Tartışmanın tarafları pek çok şeyi anlatıyor, geleneksel ile modernin karşı karşıya geldiği bu dönem müziği de etkileyerek yeni kültürlerin doğmasına ön ayak oluyor.
Türk müziğinin yasaklandığı zamanlarda insanlar Arap müziğine kulak kabartmaya başlıyor. Ancak belli bir süre sonra bu da yasaklanıyor. Arabesk daha doğrusu erken arabesk de bu dönemde doğuyor. Sadettin Kaynak bu yolda yeni bir dönüm noktası oluyor ve Arapça şarkı söyleme yasağı üzerine yeni bir yol buluyor. Yeni çözüm ise Arap tınıları üzerine Türkçe söz yazmak. Bu adımdan sonra arabesk daha fazla biliniyor, daha fazla yayılıyor.
1950’ler kırdan kente göçün patlamaya yaşadığı yıllar oluyor. Arabesk böylesi bir süreçte modernliğin yarattığı bir gerilimin sonucu olarak ortaya çıkıyor. Kültürleri karşı karşıya getiren bu dönem göçmenlerin kendi kültürünü yaratmasına ve bu kültürün de arabesk müziği doğuruyor. Gecekondulaşmanın yoğun olduğu bölgelerde dolmuşlarda arabesk müzik çalmaya başlıyor. Hızla kitleselleşen bu müzik bir dönem türü elit kesimlerce “dolmuş müziği” olarak ifade ediliyor.
Uzun süre dışlanan, geri kalmışlığın bir simgesi olarak düşünülen ve görmezden gelinen arabesk sonrasında popülerleşiyor. Fakat bu süreçte pek çok yasaklamaya maruz kalıyor, televizyon ve radyo bu müziğe geçit vermiyor. Ta ki 1960’ların sonunda Orhan Gencebay “Bir Teselli Ver” şarkısını çıkarana kadar…
Arabesk dediğimiz zaman aklımıza gelen ilk isimler bu şarkıdan sonra tek tek bu müziğe katkı sunuyor. Müslüm Gürses, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Azer Bülbül, Bergen, Gülden Karaböcek ve daha nicesi..
Üstelik şarkılara filmler de eşlik ediyor. Arabesk sanatçıları kendi kültürleriyle bezenmiş filmlerde boy gösteriyor.
O tarihten bugüne dinleyicisine dinleyici katarak gelen arabesk, doğduğu ortamın anlamını da uzun süre kaybetmiyor. Ezilenlerin, ötekilerin, yok sayılanların ve görmezden gelinenlerin sesi olan bu müzik türü popülerleştikçe anlamını da kaybediyor.
Bugün belki de “acıların müziği” olarak kişiselleştirilse de arkasında oldukça anlamlı bir toplumsal süreç yatıyor. Kitleselleşen pek çok şey gibi isyan etmenin ve sesini duyurabilmenin simgesi olarak arabesk de giderek bağlamından koparak içi boşaltılıyor…