Deneyin temel amacı, korkunun doğal bir tepki mi olduğu yoksa öğrenilebilir ve kazandırılabilir bir deneyim mi olduğunu anlamaktır. Yani korkularımızı sonradan mı öğreniriz yoksa doğuştan mı gelir?
Bilim Dünyasının En Korkunç Deneyi
Amerikalı Psikolog John Broadus Watson Psikoloji tarihin en önemli deneylerinden biri olarak kabul edilen bu deneyi 1920 yılında gerçekleştirmiştir. Deneye başlamadan önce, baş kahramanı Albert’e bir dizi duygusal test yapılmıştır. Henüz sekiz aylık olan küçük Albert’e sırasıyla beyaz bir fare, tavşan, yanan kağıt parçaları, maske, peruk gibi hayatında ilk kez karşılaşabileceği nesneler ve durumlar gösterilir. Amaç, Albert’ın bunlara koşulsuz (doğal) tepkisini incelemektir. Sonuç olarak Albert, gördüğü hiçbir nesneye karşı korku duygusunu göstermez ve her şeye gülümseyerek tepki verir.
Bu test sonrasında Albert'ı boş bir odaya bırakılır. Odada bez yatak haricinde hiçbir eşya bulunmaz ve Albert bu yatağa oturtturulur. Yani başlangıçta ortamda hiçbir uyarıcı yoktur. Daha sonra Watson ve asistanı Rayner de odadan çıkar, yalnız bıraktıkları Albert'ın yanına beyaz laboratuvar faresi salarlar. Albert, fareden korkmadığı gibi, beklenenden tam tersi bir tepki göstererek fareyi çok severek onu yakalamaya çalışır, oyun oynar hatta gülmeye başlar.
Artık deneyin bir sonraki aşamasına geçmeye hazırdırlar ve korkutucu kısım da buradan sonra başlar. Küçük Albert, fareye her dokunduğu esnada iki demir çubuğu birbirine vurarak rahatsız edici sesler çıkarırlar. Sesleri duyan ve anlam veremeyen küçük Albert ağlamaya başlar. Oda yeniden sessizleşince fareyle oynamaya devam eden Albert, her fareye dokunduğunda psikologların çıkardığı o gürültülü sese maruz kalır.
Sakinleşip ağlaması yatışarak aklı tekrar fareye kayan Albert, dokunmaya çalıştığı an hep aynı korkunç sesi duyduğu için fareye dokunmaktan korkar. Çünkü artık fareyi korkutucu sesle ilişkilendirmiştir. Bu deney birkaç gün sürer ve süreç tekrarlanır. Watson ve asistanı Rayner deneyi daha ileri noktaya taşıyıp deneye tavşan ve başka tüylü objeler de dahil ederler. Çıkan sonuç: Albert, özellikle tüylü ve beyaz renkli nesnelerden korkarak ağlar ve kaçmak ister.
Artık Albert gördüğü pamuk, beyaz tavşan ve benzer beyaz nesnelerin karşısında demir çubuklarla çıkarılan ses artık olmamasına rağmen korkmaya başlar. Korku artık diğer nesnelere de genelleşmiş durumdadır. Vardıkları sonuçlarla yetinmeyen psikologlar, son olarak beyaz sakallı ve tüylü kostümler giyerek odaya girerler. Karşısında gittikçe büyüyen tüylü nesneleri gören zavallı Albert’ın korkusu artık hafızasına tamamen kazınmıştır. Deney sonucu Albert beyaz ve tüylü şeylere karşı şiddetli bir korku duymaya başlar. Hatta Noel babanın maskesi bile Küçük Albert’in dünyasında onu ağlatan, korkunç bir uyarıcı haline gelmiştir.
Küçük Albert’e Ne Oldu?
Gördüğü nesnelere gülümseyerek bakan bebek, dış uyaranların etkisi ile çok kısa bir sürede ciddi korkular kazanmıştır. Buradan çıkarılabilecek sonuç ise duygusal tepkilerimizin koşullanma ile değişebileceğidir. Ayrıca deney koşullu korkuyu kanıtlar niteliktedir. Ancak bir deney uğruna sekiz aylık bebeğe yapılanlar ahlaki açıdan büyük tartışmalara neden olur. Deney sonucu oluşan koşullandırmayı geriye almadıkları, iyileştirmedikleri için büyük tepki toplarlar. Albert'ın ruh sağlığı için gerekli olan iyileştirme çalışmasına başlasalardı da, geçmişin derin ve karanlık izlerini ne denli silebileceklerdi bu da asla bilinmez.
American Psychological Association verilerine göre ise Küçük Albert’in asıl adı Douglas Merritte’dir. Kayıtlara bilgilere göre Douglas, beyaz ve tüylü şeylere karşı fobisi olan sağlıksız bir kişilik olarak hayatını sürdürmüştür. 6 yaşında hidrosefali’den (beyinde su toplanması) hayata gözlerini yummuştur.
“’Bana rastgele bir bebek verin, soyu-sopu, yetenekleri, eğilimleri, becerileri, vs. ne olursa olsun, ondan istediğim şeyi yaratayım. Bir doktor, avukat, tüccar, hatta bir hırsız, bir katil.”
John Watson