Hayatı boyunca maruz kaldığı kötü muamelelere boyun eğmeyen, kendisiyle birlikte aynı muameleleri gören birçok insanın da hakkını savunan Sojourner Truth'un hikayesi.
Sojourner'in mücadeleyle geçen yaşamı 1797 yılında New York’ta başladı. Sojourner 9 yaşına geldiği zaman sadece 100 dolar karşılığında bir koyun sürüsüyle birlikte satıldı. Yaşlı bir köleyle de zorla evlendirildi. 1826 yılında üç çocuğundan birini de alarak kendisine eziyet eden New Yorklu efendisinden kaçmayı başardı. New Yorklu efendisi Sojourner’in 5 yaşındaki oğlunu başka birine sattı. Sojourner pes etmedi oğlunu geri almak için dava açtı. Bu tarihte bir ilkti. Zira siyah bir kadının beyaz bir adama açtığı ilk dava olma özelliğini taşıyordu. Davayı daha önemli bir ilk haline getiren durum ise Sojourner’in kazanan taraf olmasıydı. 1827’de New York köleleri serbest bıraktığında Sojourner de kölelik ismi olan Isabelle’i kullanmak istemedi. ''Hakikat Misafiri'' manasına gelen Sojourner Truth ismini seçti. Bu adı seçmesinin sebebi halkın çilesine tanıklık edebilmekti.
Sojourner insan haklarını ve kadın haklarını savunmayı kendine görev edindi. 1840’lı yıllarda kölelik karşıtı gösterilere katılım gösterdi. Liderlik vasıfları olan Sojourner insanları meydanlara çekmeyi başardı. O zamana kadar efendilerin kölelere yaptığı işkenceler hep gizli kalmıştı. Fakat Sojourner bütün yaşadıklarını meydanlarda ifşa ederek halkı bilgilendirdi. Kendi yaşadıkları üzerinden siyahi kadınların ve çocukların çektiği çileleri aktaran Sojourner dikkatleri üzerine çekmeyi başardı. Onu dinleyen insanlardan bazıları kölelik yanlısı fikirlerinden vazgeçtiler. Sojourner toplam 13 çocuk dünyaya getirmiş ve bunların birçoğunu kaybetmişti. Artık hayatta kaybedecek pek bir şeyinin kalmadığını düşünerek bütün cesaretiyle mücadelesini sürdürmeye devam ediyordu. Sojourner 1851 yılında Akron, Ohio'daki Kadınlar Konvansiyonu'na katılım gösterdi ve toplantıda Ain't I a Woman (Ben kadın değil miyim?) başlıklı kısa bir konuşma gerçekleştirdi. Yaptığı konuşma herkesi derinden etkiledi.
Önemli bir toplantıda insan haklarını savunan bu kadının okur-yazarlığı bile yoktu hiç okula gitmemişti. Bu yüzden yaptığı konuşma başka insanlar tarafından yazıya geçirildi. Bu yüzden aynı şekilde aktarılmamış olma ihtimali de var. Sojourner bu konuşması sırasında bugünkü ‘We can do it.’ akımına da öncülük eden bir harekette bulundu. Sağ kolunu yukarı doğru büküp yumruğunu sıkarak: “Ben toprağı sürdüm, ektim, ürünü ambarlara taşıdım ve başımda bir erkek yoktu. Ben bir kadın değil miyim?’ sorusunu yöneltti. Yaşamı boyunca eğitim almamış bile olsa kendini etkileyiciliği bir şekilde anlatabildiği için herkesi derinden etkiliyordu. Kendisi eğitimli olmasa da Truth her zaman etrafında bilgili insanlar olmasından mutlu oluyordu. Sojourner’in bir önemli icraatı da kadınlara oy hakkı verilmesiyle alakalı mücadelede gösterdiği faaliyetlerdi. ABD’deki kadınların oy hakkı söz konusu olduğu zaman Sojourner yine en ön saftaydı. İç savaşta da aktif yer aldı ve mücadelesine devam etti.
Sojourner Beyaz Saray’a davet edildi. Burada Başkan Lincoln ile görüştü. Başkan Lincoln kendisini tebrik etti. Sojourner bundan sonrasında da çalışmalarını sürdürdü. Öncelikle Afro-Amerikalıların yaşam koşullarını daha iyi yapmaya çalışan bir dernekte görev aldı. Daha sonra Amerika Kadın Hakları Derneği'ne katıldı ve öldüğü 1883 yılına dek burada kadınların hakları için mücadelesini sürdürdü.
Frida, yirminci yüzyıl popüler kültür ikonu hâline gelen, resimlerinin yanı sıra inişli çıkışlı özel yaşamı ve politik görüşleri ile tanınan bir ressamdır.