Vücudunuzu oluşturan kendi parçalarınız ayrıldığı an siz, artık siz olamazsınız.
Canlı, hücrelerden meydana gelir. Örnek verecek olursak samanyolu galaksisini oluşturan yıldızların yaklaşık on katı kadar hücre düşünün. İşte bu sadece 1 insanın oluşumu için gerekli oluyor. Hücreye canlı bir makine bile diyebiliriz. Bu makine bir amaç doğrultusunda hareket etmese bile o artık birey olarak hayatta vardır. Onun hayatta yapacağı işler, sorumluluklar vardır. Hücrelerimizi bedenimizden ayırıp bir süre muhafaza edebiliriz. Ancak biz hücrelerimiz olmadan yaşama devam edemeyiz. Bizim olmamız için hücre şart. Bu da demek oluyor ki bizi meydana getiren hücreler yoksa "biz" diye bir şey de olamaz.
Peki bu kadar hücre bir zaman sonra "siz"olmayı bırakır mı?
Organ nakli yapılan insanları kafanızda canlandırın. Sizce nakil olan kişi başka bir insana mı dönüşüyor yoksa sizden bir parçaya sahip olarak mı hayatta kalıyor?
Şimdide kendinizi deney yaparken hayal edin. Elinizdeki makine sayesinde kendinizin ve karşınızdaki herhengi bir kişinin hücrelerini hepten değiştirdiğimizi düşünün. Sizin vücudunuzdan aldığımız hücrelerin yerine karşınızdaki insanın hücrelerini ilave edelim. Peki bu hücreler ne zaman "siz" olur?
Hücrelerimizin kalıcı olmadığı noktasında hepimiz hemfikiriz. Hayatta yaşamımızda geçen her 3 seniyede bir 5 milyon hücre bedenimizden yok oluyor. Tabii ki onların yerine yeni hücreler geliyor. Bu da ortalama 7 yılda bir tüm hücrenizin ölüp yeniden yeni hücreleriniz geldiğini ifade ediyor. Bu hücre değişimi sırasında vücut da her geçen gün farklılaşıyor. Bu sayede adım adım önce bebek sonrasında çocuk, ergen, genç olarak devam ediyor.
‘Kendimiz’ olarak ifade ettiğimiz benliğimiz bazen ölmeyi kabul etmez. O noktada ise doğal döngüden ayrılır. Bu da günümüzde "kanser" olarak bilinir. Kanseri meydana getiren hücreleri aslında dışarıdan almayız. Bizim hücremizin bir tepkimesi olarak bu hastalık ortaya çıkar. Bu noktada kanser hücrelerini bizi öldürmek isteyen düşman yerine içimizde hayatta kalmayı isteyen hücre olarak da tanımlayabiliriz.
Henrietta Lacks isimli bir kadının farklı ülkelerde 20 tonluk bir hücre kütlesinin olduğunu daha önce duymuş muydunuz?
Henrietta, kanser hastasıydı ve 4 Kasım 1951’de hayatını kaybetti. Kadını hatırlamamızı sağlayacak tarafı ise ölümsüz olan kanser hücrelerini bulundurmasıdır. Kadın ölümsüz mü? diye soranlar mutlaka olacaktır.
Henrietta’nın vücudundaki kanserli hücreleri, laboratuvarda bulunduğu için öldüğünde bile o hücreler yaşadı. Hatta sürekli bu hücreler çoğaltıldı. Kanser hücreleri sayesinde birçok hastanın tedavisinde de yol gösterdi. 20 ton ağırlığında olan bu kanser hücreleri halen labaratuvarlarda var. Yani hayatını kaybetmiş bireyin hücreleri yaşamaya devam ediyor.
Bilim adamları belli bir zamana kadar bütün insanların aynı genetik koda sahip olduğu fikrindeydi. Size ait olan bir hücre tabii ki sizin kodunuzu taşır. Ancak zaman geçtikçe bu düşüncenin yanlış olduğu kanıtlanmış oldu. İnsan mutasyona uğradıkça vücudundaki hücreler de değişir. Araştırmalara göre bireyin beynindeki nöronda bini aşkın mutasyon bulunur. Peki bu mutasyonların hangisi sizi "siz" yapandır?
Şu an genimizi oluşturan genomlarımızın %8'i atalarımıza kadar dokunmuştur. Mesela vücudumuzda var olan mitokondri yıllardın vücudumuzda bulunuyor.
Yani bizi biz yapan hücrelerimizdir. Hücrelerimiz ise sürekli değişir ve yerine yenisi gelir. Hücrelerimize baktığımızda kendi başlarına ayrı vücuttaki birleşimlerinde apayrı bir şeydir. Kendi varlığını devam ettirirken kimi zamanda sonu gelir ve bir yenisi gelir. Zamanla belli aşamalardan geçer ve artık kendi bilincindedir. Ancak bu döngünün ne zamandan belli var olduğu bilinmiyor. Ana rahmine düştüğümüz andan beri mi yoksa ilk insandan bu yana mı olduğu sürekli tartışılır.
Beyinler her zaman net bir cevap arar. Başlangıç ve son, ölüm ve yaşam gibi zıt kavramları düşünün. Bunlar hiçbir zaman mutlak olmadı. Evrende var olan fikir olarak kalmaya devam etti.
Benzer içerikler için buraya tıklayınız.
Bu gibi haberlerinin devamı için parafesor.netsitemizi ziyaret edebilirsiniz