15 Ocak, ünlü şair Nazım Hikmet'in bundan tam 121 yıl önce dünyaya geldiği gün. Piraye'si, Münevver'i, Vera'sı ile çılgın aşklar yaşayan bir kalpte her aşk ilk aşk gibi.
Bugün günlerden 15 Ocak. Bundan tam 121 sene önce ünlü şair, sanatçı ve siyasetçi, komünist Nazım Hikmet doğmuştu. 1902 senesinde dünyaya zengin bir ailenin çocuğu olarak gelmişti ama o komünist olmayı seçmişti. Siyasi hayatı da aşkları da çılgın bir maceraya haline gelmişti.
Deli aşık Nazım, aşık olduğu kadınları, sınırsız bir şekilde sevmişti. Her aşkını sanki ilk aşkıymış gibi yaşamıştı. Onun için her aşk, ilk aşktı. Piraye’ye yazdığı mektupta belirttiği gibi hayatında yalnızca iki önemli husus vardı; "biri gayem, biri de sen". Komünizme, sosyalizme, davasına olan tutkusu da aşkı da onun için çok önemliydi.
Davasına olan tutkusu, öncelikti. Sevdiği, kadın apayrı dünyalara yönelirse, kapitalist sistemle dönmek Nazım için o aşk bitiyordu.
Nazım’ın aşık olup ilk evlendiği kadının adı Nüzhet Hanım’dır. Nüzhet Hanım, daha sakin bir yaşam isterken Nazım özgürlük kavgası vermektedir. 1922’de dünyaevine girdiği Nüzhet Hanım’dan 1924’te boşanmıştır.
1930 senesinde Nazım Hikmet, Son Posta gazetesinde çalıştığı sırada kız kardeşi Samiye’nin arkadaşı Piraye Altınoğlu ile tanışmıştır. Piraye’nin iki çocuğu vardır, fakat kocası dört sene evvel aileyi terk ederek Paris’e gitmiştir.
Piraye, kocasından ayrılır ve Nazım’la evlenme kararı aldı. Ancak Nazım, 1933’te siyasi sebeplerle tutuklanmıştı. Nazım, hapisteyken Piraye çok zor günler geçirmiş ve yoksulluk içinde yaşamıştır. Zaten Piraye’nin Nazım’la beraber olduğu yaklaşık 20 sene boyunca ekonomik sıkıntılar had safhada olmuştur.
Nazım, hapishanede yatarken Piraye’ye mektuplar, şiirler yazar fakat aynı zamanda çok kıskanç da bir insandır. 1933 yılında yine hapisteyken Piraye’den bir mektup almış ve bu mektuptan Piraye’nin bir başkasına aşık olduğu fikrine kapılmıştır. Karısına sitem dolu bir mektup göndermiştir.
Daha sonra bu kıskançlığının aşırı olduğunu fark etmiş ve özür dilemiştir. Piraye, Nazım gibi sevgisini belirten bir insan değildir fakat aynı zamanda çok mutludur, vefalı bir kadındır. Ancak uzun hapishane yılları, bu aşkı da sallandırıp bazı sorunlar yaşatır.
1948 yılında Nazım, bu defa hapishanede kendisini görmeye gelen dayısın kızı Münevver’e aşık olmuştur. Piraye’ye gönderdiği mektupta, karı-kocalık ilişkisi yaşayamadıklarından dolayı fiili olarak bitmiş olan bu ilişkiyi sonlandırmak istediğini belirtir. Piraye, için bu ayrılık kolay değildir aynı şekilde, Nazım için de. Nazım, üvey oğlu Mehmet Fuat’a yolladığı mektupta, Piraye’nin kendisine olan sevgisini daha açık belirtmemesi, içerde kendisini yalnız bırakması sebebiyle başka bir kadının hayatına girdiğini yazmıştır.
Dayısının kızı Münevver, 1930’lu senlerde Nazım’a karşı bir hayranlık besliyordu. Fakat o zaman Nazım, bu ilgiye bir karşılık vermez. Hapishane ziyareti sonrası Nazım’ın Münevver’e olan aşkı depreşir. Fakat Münevver de evliydi. Münevver’in kocası Nurullah Berk, bunu öğrenip Nazım’ı hapiste ziyaret eder. Nazım Hikmet’e şunları söyler, “Nazım, karım sana aşık olmuş. Sık, sık ziyaretine geliyor. Bu geçicidir. Bir kızımız var, yuvamız yıkılmasın.”
Nazım şöyle yanıt verir, “Ben şuan hapisteyim, hiç kimseyi zorla da getirmiyorum. Benim ziyaretime gelinmesi ya da gelinmemesi de gayet normaldir”. Münevver, bu arada zaman kazanmaya gayret gösterir fakat Nazım bunu yanlış anladığın için kendisinin ortada bırakıldığı fikrine kapılır.
Nazım daha sonra Piraye’ye haksızlık yaptığını fark ederek ona tekrar dönmek ister. Fakat Piraye, Nazım’ı affetmez. Nazım, bunalıma girer. 1950 senesinin başında Münevver, Nazım’ı ziyarete gelir.
Nazım, Münevver’e yeniden bağlanır. 15 Temmuz 1950 tarihinde serbest bırakılır. Serbest kaldıktan sonra Münevver’le evlenir, Mehmet adını verdikleri bir çocukları olur. Ancak sırf eziyet çektirmek için tekrar askere almak isterler. Nazım, bu askerliğin başına bir bela getireceğini düşünerek can güvenliğini düşünerek yurt dışına çıkış yapmak zorunda kalır.
Nazım, uzun bir yolculuk sonrası ilk önce Romanya’ya, daha sonra da Sovyetler Birliği’ne gider. Münevver ve küçük oğlu Mehmet geçim sıkıntısı ve polis baskısı yüzünden zor günler geçirmektedir. Nazım’ın İsveç’te tanışmış olduğu İtalyan bir kadının yardımıyla çok zor koşullarda Varşova’ya gelen Münevver ve oğlu, Nazım’la görüşme fırsatı yakalar. Fakat Nazım önceden bir başkasına gönlünü kaptırmıştı.
Nazım Hikmet, Mehmet Fuat’a gönderdiği mektupta, Vera ile evlendiğini ve bunu Münevver’e de söylediğini yazar. Ancak Münevver, 1961 yılında Nazım’la Varşova’da görüştüğünde bunu sanki yeni öğrenmiş gibi yapar. Münevver, Nazım’a, “Ne yapalım, yeter ki sen mesut ol, Nazım” der ve bu aşk da biter. Fakat Nazım, Varşova’da Münevver’i yalnız bırakmaz, ona ev ve iş ayarlar. Kendisi de Moskova’ya döndükten hemen sonra ona para gönderir ve her türlü yardımda bulunur.
Nazım ile Vera arasında 30 yaş vardır. Nazım, Vera ile 1955’in sonlarında Moskova’da bulunan bir film stüdyosunda tanışır ve ona aşık olur. Vera, Nazım’la tanıştığında söylemese de aslında o da evlidir. Nazım da o zaman Galina adlı bir doktorla birlikte yaşamını sürdürmektedir. Bir yandan Vera’ya olan aşkı başlar, diğer bir yandan Türkiye’de Münevver ve Moskova’da Galina…
Nazım, arkadaşı Fahri Erdinç’e gönderdiği mektupta şunları yazar, “Münevver orada rehin durumdayken, Mehmet fotoğraflarda büyürken… Biz burada, bir gönülde iki değil, üç sevda. E, bu kaçıncı demezler mi adama? Vay başımın belası! Bu Vera, hepsinden baskın. Son durak. Bir de saman sarısı ki…”
Nazım, Vera’ya olan aşkından onun kocasıyla beraber gittiği tatil köyüne haber vermeden gelir. Vera’yı uzaktan izler. Şiirler yazar. Vera da sonunda Nazım’ın sevgisini anlar ve kocasından, Nazım’da Galina’dan ayrılır. 1960’da dünyaevine girerler.
Nazım, Vera ile dünyaevine girdikten üç sene sonra, 3 Haziran 1963 tarihinde Sovyetler Birliği'nde hayata veda eder. Nazım’ın bu çılgın aşk hayatını kendi sözleriyle özetleyelim;
“Karımdan, sanattan, tabiattan, insanlardan, idealimden tut da kanaryama kadar her şeye doludizgin aşık oluyorum ve çok şükür aşığım… Bana öyle geliyor ki, bir tek insana, yüz milyonlarca insana, bir tek ağaca, bütün bir ormana, bir tek düşünceye ve fikre aşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir.”
Nazım Hikmet’in hayatının 20 yılını Piraye’nin varlığı ile geçirmiştir. Hapishanelerde geçen bir aşk hikâyesi ardından günümüz âşıklarına ilham verecek Piraye ve Nazım’ın mektupları kaldı.