Başkan Kennedy'nin talihsiz kız kardeşinin acı hikayesini sizler için derledim.
1918 yılının eylül ayıydı. Saygın Kennedy ailesinin üçüncü çocuğu ve ilk kızı dünyaya gözlerini açmak üzereydi. Ona annesinin adı verilecek, daha sonra sıklıkla “Rosemary” diye hitap edilecekti. Ne yazık ki, doğumu sırasında başlayan talihsizlik hayatı boyunca yakasını bırakmadı. O yıl tüm Amerika’yı etkisi altına alan İspanyol gribi nedeniyle doğumu yaptırması gereken doktor gecikmişti. Zengin ve sosyetik olmak ilk kez işe yaramamıştı. Mecburen sürecin belli bir kısmı ebenin ellerine teslim edildi. Ancak kadının verdiği talimatlar bir çocuğun kaderini tümden değiştirmeye yetti.
Bebeğin kafası doğum kanalına sıkıştı. Bu durum oksijen kaybına ve dolayısıyla zararlı komplikasyonlara neden oldu. Başlangıçta onun minik görünümüne hayran olan bir ailesi vardı. Fakat deneyimli ebeveynlerin küçük kızlarındaki sorunu fark etmesi uzun sürmedi. İki yaşında olmasına rağmen ağabeyleri gibi gelişim belirtisi göstermiyordu. Emekleyememiş, oturamamış ve yürüyememişti. Uzmanların teşhisi oksijen yetersizliğine bağlı hafif zekâ geriliği oldu. Kennedy çifti, özellikle çocuklarını belirgin amaçlar için yetiştirmeye kararlıydı. İlk kızlarının bu planı bozacağını bilemezlerdi. Esasen düşünsel ve fiziksel rekabet ortamının olduğu bir aileydi.
Kardeşlerine oyun oynama sürecinde bile uyum sağlayamayan Rosemary fazlasıyla göze batıyordu. Annesi Rose Kennedy, “kusurlu genler” söylentisine neden olmamak için aile içindeki sorunu kimseye yansıtmadı. Öğretmenlerinden aldığı yardımlar yeterli gelmiyordu. Okuma yazmada güçlük çekti. Yaşıtlarına uyum sağlayamadığı fark edilecek olursa damgalanmaları yakındı. Bu nedenle, önce örgün eğitimden alındı ve ev içi eğitime geçirildi. 11 yaşındayken yatılı bir okula gitmek zorunda bırakıldı. Birkaç yıl sonra manastıra gönderildi ve burada diğer öğrencilerden ayrı eğitim gördü. Babası Joseph Kennedy, aile imajına oldukça takıntılı bir adamdı. Rosemary, onu hayal kırıklığına uğrattığı için kendini suçluyor, yazdığı mektuplardan birinde bu durumdan nefret ettiğini dile getiriyordu.
Pek çok kez yalnızlık düşüncesine takılı kaldı. İçsel yargılama süreci bir süre daha devam etti. 1938 yılında babası nihayet kariyerinin zirvesinde parlıyordu. Birleşik Krallık büyükelçisi olarak atandığında, Rosemary’de hayatının fırsatını yakalamış oldu. Kennedy’ler İngiltere’de yepyeni bir sayfa açacaktı. Genç kız, ebeveynleri ve sekiz kardeşiyle birlikte yeni bir yaşama hazır hissediyordu. Mayıs 1938’de Rosemary ve kız kardeşi Kathleen, Buckingham Sarayı'nda kral ve kraliçeyle tanıştırıldı.
Etkinlik sırasında ayağı takıldı ve neredeyse düşmek üzereydi. Neyse ki sakarlığı kraliyet ailesinde tebessüme neden oldu. İngiltere sosyetesine takdim edildikten sonra sevgi dolu görünümüyle beğeni topladı. Ebeveynlerinden takdir kazanmak istediği için elinden gelenin en iyisini yapmakla uğraşıyordu. Çocuksu davranışları yetişkin görünümü sayesinde kolayca baskılandı. Artık o da sosyetenin çiçeklerinden birine dönüşmüştü.
Ailesiyle birlikte çeşitli etkinliklerde boy gösterdi. Çay partilerine katılmaktan, günlük geziler yapmaktan ve operaya gitmekten keyif alıyordu. 1940’ta işler kötü anlamda değişti. Joseph Kennedy, Nazilere yönelik yaptığı açıklamalar nedeniyle büyükelçilik görevinden alındı. Siyasi karmaşıklığın içine düşen Kennedy’ler Amerika’ya geri döndü. İngiltere’de aldığı sevgi ve ilgiden uzak kalan Rosemary, daha hırçın ve öfkeli biri haline geldi. Değişken ruh halinden en büyük zararı kardeşleri görmeye başlamıştı. Söylenenlere bakılırsa, anne tarafından büyükbabasına saldıracak kadar ileri gitti. Rosemary için yeniden manastır yolu gözüktü. Buradayken rahibeleri dinlemiyor, sıklıkla kontrolden çıkıyordu. Okulun aile evini araması bir rutin haline gelmişti.
Gece yarısı sokakta tek başına gezerken bulunurdu. Bir süre sonra erkeklerle buluşmak üzere barlara gittiği ortaya çıktı. Manastırdakiler yüz kızartıcı gerçekleri öğrendiğinde dehşete kapılmıştı. Onlar için bu davranış kabul edilemezdi. Babası Joseph Kennedy’e olan biten anlatıldı. Kennedy, kızının durumunu öğrendiğinde en az rahibeler kadar dehşete düştü.
En büyük iki oğlunu siyasete hazırlamakla meşgulken böylesine bir skandalı kabul edemezdi. Üstelik kızı cinsel yolla bir hastalık kapar veyahut hamile kalırsa aile itibarı döndürülemez bir noktaya ulaşırdı. Kızının değişken ruh halini kontrol altına almak istiyordu. Tedavi yolları aramaya başladı. Bu sayede yolu Dr. Walter Freeman ile kesişti. Amerika’da lobotomi işlemini yaygınlaştırmasıyla ün kazanmış olan Freeman, fiziksel ve zihinsel engelli insanları iyileştirmeye hevesli bir tıp adamıydı. Joseph Kennedy, karısı Rose’dan gizli bir şekilde kızını doktora götürdü.
Burada kızına “ajite depresyon” tanısı konuldu. Lobotomi işleminin öfkesine son vereceği ve onu sonsuza dek mutlu edeceği söylendi. Tartışmalı bir operasyondu. Tanıtıldığı ilk gün psikolojik problemlere deva olacağı söylenmişti. Oysa arka planda birbirinden uğursuz hikâyeler geziniyordu. Fısıltılara herkes kadar tanık olan baba, kızı ya da oğullarının geleceği arasında bir seçim yapmalıydı.
Bu açıkça bir kumardı ve zarları atmaya hevesliydi. 23 yaşındaki Rosemary, 1941’in sonbaharında ameliyata alındı. İşlem sırasında uyanıktı ve çok korkmuştu. Beyninin ön lobu zarar gördükten sonra bilincini kaybetti. Babasının verdiği karar hayatına mâl olmuştu. İyileşme belirtileri göstermedi. Daha da kötüsü, zihinsel durumu küçük bir çocukla aynıydı. Yürüyemiyor, cümle kuramıyor ve basit yönergeleri takip edemiyordu. Joseph Kennedy için sonuç hüsrandı. Hayatının geri kalanında kızını saklamak için uğraştı. Rosemary’i zihinsel engelliler tesisine gönderdi.
20 yıl boyunca orada tek başına kalmasını sağladı. 1961’de felç geçirdikten sonra, karısı ve sekiz çocuğu ziyaretine gitti. Rosemary annesini karşısında görünce öfkeyle üzerine atıldı.Kendini ifade edebilmesinin tek yolu buydu. Kennedy’ler o günden sonra engelli haklarını savunmaya başladı. Eylemlerinin günah temizlemek, vicdan azabını dindirmek ya da Rosemary’e olan sorumluluktan kaynaklanıp kaynaklanmadığı asla bilinmedi. Bu hayatta hem babası hem de annesi felç kalmış ve bakıma ihtiyaç duymuştu.
Bir nevi kaderleri birleşmişti. Ebeveynlerinin kaybından sonra hayatta kalan kardeşleri tarafından ziyaret edildi. Onu dış dünyaya açmak yerine sır olarak kalmasını sağladılar. 2005 yılında 86 yaşındayken hayattan ayrıldı. Ölümünden önce Kennedy soyadına sahip olmanın avantajlarının hiçbirini görmemiş, dahası bir lanet olarak tatmıştı.