Natascha Kampusch'un dehşete düşüren hikayesi...
Çocukluğunun geri kalanını tutsak olarak geçireceğinden habersiz olan 10 yaşındaki Natascha Kampusch, kaybolmadan önce ailesinin aldığı boşanma kararından dolayı annesiyle yaşıyordu. 1 Mart günü babasıyla gittiği tatilden dönmüş, saatini geciktirdiği için de annesiyle tartışmıştı. 2 Mart 1998 sabahı okula gitmek için evden çıkan Natascha Kampush bir daha geri dönememişti. Kampusch, evden okula beş dakikalık yürüme mesafesindeki okuluna giderken Wolfgang Přiklopil adlı bir iletişim teknisyeni tarafından sokaktan kaçırılmıtı.
Priklopil tarafından kaçırılan küçük Natascha’nın o günden sonra hayatı tamamen değişecekti. Natascha gözlerini açtığında kendini 44 yaşında bir adamın küçük bodrum katında bulmuştu. Ses yalıtımı için çelikle güçlendirilmiş bu ev küçük kızın dünyasını alt üst edecekti.
İlk 6 ay boyunca bodrum katından dışarı çıkmasına izin verilmediğini ve sürekli açlık çektiğini söyleyen Natascha ilerleyen zamanlarda evde varlığı hissedilecek şekilde yaşamaya başlamıştı. İlk olarak radyo dinlemeyle başlayan küçük kız, sonralarda televizyon izlemeye ve evin içinde rahat rahat gezmeye başlasa da gün sonunda bodrum katına kapatılıyordu. Priklopil küçük kız için düzenli bir hayat yaratmıştı. Sabahları erkenden kahvaltı yapıyor ve Natascha’ ya kitaplar alıyordu. Bu sayede Natascha kendini geliştiriyordu.
Natascha özgürlüğüne kavuştuğunda şöyle anlattı:
‘O evde kaldığım 8 yılda, hiçbir şeyden geri kalmadığımı hissediyorum. Kendimi birçok şeyden sıyırdım, hiç sigaraya başlamadım, içmedim ya da kötü bir şirkette para için zamanımı heba etmedim. Şunu da söylemeliyim orası gerçekten umutsuzluğa kapılacağınız bir yerdi.’
Bu uzun esaret boyunca Natascha, Prikropil hakkında fikir sahibi olmuştu. Prikropil ve annesi birbirine çok düşkündü, annesinin canını yakmak için de Prikropil’e zarar vermek istiyordu.
Natascha kaçmaya teşebbüs edecek cesareti kendinde bulamıyordu. Cesaretinin kırılması, özgür olacağına dair ümitlerinin azalmasına neden olmuştu. Artık tek ümidi Priklopil’le gittiği market alışverişleri olmuştu. Çevredekilerin onu tanıması için kayıp ilanlarındaki gibi gülümsese bile kimse onu tanımamıştı.
İkilinin geçirdiği uzun zaman sayesinde aralarında bir güven oluşmuştu, Natascha artık evde ve bahçede rahatça dolaşabiliyordu. Yine bir gün bahçede araba yıkarken Prikropil’in telefonu çalmış süpürge sesinden dolayı karşı tarafı duyamayınca oradan uzaklaşmıştı.
Natascha kaçtığı takdirde Prikropil’in kendini öldüreceğini biliyordu. Çünkü ona defalarca; ‘Yaptığım şey ortaya çıkarsa polisler beni canlı bulamayacak’ demişti. Kurtuluşu için son çaresi olan Natascha var gücüyle koşmaya başladı. Prikropil beklenmedik bir şekilde sadece Natascha’nın kaçışını izleyebildi. Belli ki Natascha’dan böyle bir şey beklemiyordu.
Şaşkınlığı geçince hiç düşünmeden gitti ve kendini tren raylarının önüne attı. Natascha, Prikropil’in öldüğünü duyunca ağlamış, onu görmeye gidip, onun için mum yakmıştı. Ona hissettiği bu yakınlık şüphesiz stokholm sendromuydu.
Natascha 8 yılın ardından özgürlüğe alışmakta zorluk yaşadı. Kaçtıktan sonra psikolojik yardım aldı ve birkaç ay ailesiyle görüşmesine izin verilmedi. Her ne kadar bunun üstesinden gelmeye çalışsa da geçmişi onunla beraberdi. Bunun en büyük örneği de Prikropil’in fotoğrafını çantasında taşıması ve esir olduğu eve gidip kalmasıydı.
Natascha’nın hayatını anlatan 3096 adında bir film çekilmiş ve yine Natascha yaşadıklarını anlattığı üç ciltlik bir kitap yazmıştır.
Daha fazla yaşam haberi için parafesor.net sitemizi ziyaret edebilirsiniz.