Türkiye-AB ilişkilerinin onarılması açısından 2021 kayıp bir yıl olarak kayda geçti.
Doç. Dr. Talha Köse, 2021 yılında Türkiye-Avrupa Birliği (AB) hattında yaşanan gelişmeleri AA Analiz'e değerlendirdi.
***
Türkiye-AB ilişkilerinin onarılması açısından 2021 kayıp bir yıl olarak kayda geçti. Bu tanımlama ilişkilerin son yıllardaki seyri göz önünde bulundurulduğunda kötümser bir yaklaşım olarak algılanmamalı. Zira Türkiye-AB ilişkileri son 7-8 yıldır sürekli irtifa kaybetmekteydi. Bu süreçte taraflar arasında ciddi bir güven ve inanılırlık sorunu ortaya çıktı. AB tarafı Türkiye ile ilişkilere dair ortak bir vizyon ortaya koymaktan uzak kaldı. Türkiye ile ilişkilerin çerçevesinin netleştirilmesi bir süre daha ötelenmiş durumda.
Türkiye ise AB tarafından samimi ve yapıcı sinyaller almadığı için ilişkilerin onarılmasına yönelik somut ve ikna edici adımlar atmaktan ve çeşitli konularda fedakarlık yapmaktan kaçınmıştır.
ABD'de Donald Trump'ın başkanlığı Joe Biden'a devretmesinin ardından Transatlantik ilişkiler konusunda ABD öncülüğü ve belirleyiciliği yeniden gündeme geldi. Her halükarda 2021 sonrasında AB'nin Türkiye ile ilişkilerinin belirlenmesinde ABD etkisi daha fazla hissedilmeye başlandı. Avrupa ise önümüzdeki dönemde stratejik otonomi tartışmasını yapmaya devam edecektir. Bu konuda halen güçlü bir fikir birliği olmadığının altını çizmek gerek. Şüphesiz AB içerisindeki bu tartışmaların Türkiye açısından da neticeleri olacaktır. Savunma konusunda otonom kapasite ve karar alma mekanizması oluşturmak isteyen bir Avrupa açısından Türkiye ile işbirliğinin daha da değerli hale gelmesi muhtemel.
Türkiye'nin AB'den beklentisi, 18 Mart 2016 Mutabakatının şartlarını yerine getirmesi ve tam üyelik perspektifinin yeniden canlandırılmasıdır. AB kanadı ise Türkiye'nin hukuk devleti ve demokratik normalar konusunda eksikliklerini gidermesi gerektiğini dile getiriyor. Ancak AB'nin Türkiye'ye dair son dönemdeki tavrı, Türkiye ile sorunu olan üye devletlerin beklentileri doğrultusunda şekillendi. Bu tarafgir ve ön yargılı yaklaşım Birliğin Türkiye'ye dair yapıcı bir yaklaşım ortaya koyamamasına neden oldu.
AB tarafı, Türkiye ile yaşadığı sorunları kalıcı bir şekilde aşmaya yönelik adımlar atmak ve bu doğrultuda güven inşa edici somut hamleleri hayata geçirmekten itinayla kaçındı. Birliğin özellikle salgın döneminde kendi iç sorunlarına odaklanması ve Brexit'in olumsuz etkilerini tam olarak aşamaması da Türkiye ve diğer ülkelerle yeni açılımlara gitme konusundaki iştahını azaltmıştır.
Türkiye ise AB tarafından samimi ve yapıcı sinyaller almadığı için ilişkilerin onarılmasına yönelik somut ve ikna edici adımlar atmaktan ve çeşitli konularda fedakarlık yapmaktan kaçınmıştır. Sonuçta Türkiye, söylem düzeyinde AB tam üyeliğinin Türkiye'nin stratejik hedefi olduğunu her fırsatta dile getirdi. Ancak bu hedefe ulaşmak için daha cesur adımlar atmayı erteledi. AB kanadı ise Türkiye'yi stratejik partner olarak gördüğünü ifade etti ve Ankara'yı bir şekilde yanında tutma çabası içerisinde oldu. Fakat bunun gerektirdiği somut adımları atma yolunu tercih etmedi.
Türkiye ile AB arasındaki üçüncü temel gerilim alanı ise Türkiye'nin terör örgütleri ile mücadelesi konunda olmuştur.
AB, Türkiye'nin üyelik müzakereleri konusunda 6 yıldır yeni bir müzakere başlığı açmaktan kaçınıyor. Bu durum Türkiye-AB ilişkilerinin bu düşük seviyede sabitlenmiş olduğunun en belirgin göstergesi. Ankara ve Brüksel birbirlerine sorumluluklarını ve ilişkileri daha işler bir zemine oturmak için atılması gereken adımları hatırlattılar. Ancak bu adımlar beklendiği gibi erteleniyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2022'nin başında AB üyesi ülkelerin büyükelçilerini ağırladığı toplantıda, Türkiye'nin AB tam üyeliği konusundaki hedefini teyit etmiş ve AB tarafına "miyopluktan kurtularak Türkiye ile ilişkilerin geliştirilmesinde daha cesur hareket edilmesi" talebini dile getirmiştir.
2021 yılında Türkiye AB ilişkilerinin düşük bir profilde ilerlemesinin dört temel gerekçesi bulunuyor: İlk olarak Türkiye'nin Suriye, Libya, Azerbaycan-Ermenistan krizlerine askeri kapasite kullanarak müdahalede bulunması ve bu müdahalelerin oyun değiştirici niteliğidir. Özellikle Türk SİHA'ları ve Türk ordusunun kurmay aklı bu askeri krizlerin yönetilmesi konusunda çok etkili sonuçlar ortaya koymuştur. Türkiye'nin bu tarz krizlere askeri kapasite ve etki ile müdahil olması Avrupa kanadında kaygılara neden olmuştur. Türkiye'nin bu kapasitesinin daha görünür hale gelmesi özellikle AB üyesi Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi (GKRY) ve Fransa'da kaygıya neden olmuştur.
Türkiye'nin askeri gücünü sahada göstermesi ve oyun değiştirici hamleleri AB üyesi ülkelerince mesafe ile karşılanmış ve Batı kamuoylarında Türkiye'ye karşı tepkisel bir tavır ortaya konmuştur. Türkiye'nin bu kapasitesinin Ukrayna, Afganistan ve Suriye'de NATO ittifakını stratejik açıdan güçlendirdiğini söyleyen taraflar da olmuştur ancak bu sesler kamuoyunda eleştirel yaklaşımlara kıyasla daha cılız kalmaktadır.
2021 yılının son aylarında ise söylem düzeyinde karşılıklı yumuşama başlamıştı. Ancak bu yumuşama süreci ABD'nin Ankara Büyükelçisi David Satterfield koordinasyonunda patlak veren sosyal medya krizinin gölgesinde kaldı. Türkiye, altısı AB büyükelçisi olmak üzere on batılı ülkenin Ankara'daki büyükelçilerinin yargı süreci devam eden Osman Kavala davası konusunda sosyal medya üzerinden görüş belirtmesini egemenliğine ve iç işlerine müdahale olarak algıladı ve bu hamleye çok sert karşılık verdi. Bu kriz Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kararlı tavrı ve söz konusu büyükelçilerin geri adım atması ile yatıştırıldı. Ancak geride tüm taraflar açısından olumsuz izler bıraktı. Büyükelçiler krizinde gerilim devam etmiş olsaydı Türkiye-AB ilişkileri çok daha olumsuz bir noktaya evrilebilirdi.
Türkiye ile AB arasındaki üçüncü temel gerilim alanı ise Türkiye'nin terör örgütleri ile mücadelesi konunda olmuştur. Türkiye'nin PKK/YPG ve FETÖ gibi terör örgütleri ile etkin mücadelesi Avrupa başkentlerinde sempati ile karşılanmadı. Türk Silahlı Kuvvetlerinin (TSK) Suriye ve Irak'ta DEAŞ ile mücadelesi Avrupalı aktörlerce göz ardı edildi. Ankara'nın Türkiye’nin doğusundaki beka mücadelesi Avrupa başkentlerinde "Erdoğan'n muhalifleri tasfiye ettiği" şeklinde tanımlandı. Bu tanımlamada Avrupa'da yerleşik Türkiye kökenli ve diğer Türkiye karşıtı lobi ve siyasi aktörlerin de rolü büyük oldu.
Türkiye 15 Temmuz ile yaşadıklarını ve terörle mücadelesini Avrupalı muhataplarına iyi bir şekilde anlatamadı. Avrupa kanadı ise Türkiye'nin yaşamakta olduğu güvenlik sorunlarına empati göstermedi ve Türkiye'nin terörle mücadelesine destek vermedi. HDP'nin kapatılması davası ve HDP eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş'ın tutukluluk süreciyle ilgili tartışmaları bu zeminde ele almak gerekir. AB kanadı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Avrupa Parlamentosu (AP) üzerinden Demirtaş ve HDP'nin kapatılması davalarına müdahil olmak istemiştir. Türkiye ise bu iki konuyu Türkiye'nin PKK terör örgütü ile mücadelesinin unsurları olarak görmüştür. Türkiye-AB ilişkilerini 2021 yılında geren konulardan biri de budur. Bu dosyanın 2022'de de Türkiye-AB ilişkilerinde sorun teşkil etmesi sürpriz olmayacaktır.
Türkiye-AB ilişkilerinde 2021'de sorun oluşturan bir diğer konu başlığı da Ankara'da yaşanan protokol krizidir. Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen'in Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nde kabulleri esnasında yaşanan protokol krizi Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri olumsuz etkiledi. Türkiye ile üst düzey siyasi temaslar 18 Mart Mutabakatı'nın önemli başlıklarından biriydi. Avrupa Konseyi Başkanı ve Avrupa Komisyonu Başkanı'nın Ankara ziyaretleri esnasında Komisyon Başkanı von der Leyen'in bir süre ayakta kalması ve Erdoğan ve Michel'den daha düşük konumda algılanabilecek bir oturma düzeni ile ağırlanması tepkilere neden oldu. Özellikle Komisyon Başkanı'nın kadın olması tartışmaları farklı bir boyuta taşıdı. Aslında AB kurumları arasındaki iktidar mücadelesinden kaynaklanan bu sorunun Türkiye tarafına fatura edilmesi bu üst düzey ziyareti gölgede bıraktı.
Öte yandan, Türkiye'nin 20 Mart 2021 tarihli cumhurbaşkanlığı kararı ile İstanbul Sözleşmesinden çekilmesi Avrupa kanadında tepkiyle karşılanmıştı. Bu tepki Avrupa liderler zirveleri metinlerine de yansıdı. İstanbul Sözleşmesinden çekilme ile protokol krizi birlikte değerlendirilerek Türkiye'ye karşı suçlayıcı bir dil ortaya çıkmış ve bu durum Türkiye-AB ilişkilerine olumsuz yansımıştır. Bu iki gelişme Avrupa kanadında Türkiye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan aleyhinde oluşan ön yargıların sesli bir şekilde ifade edilmesini sağlamıştır.
Ukrayna’da Rusya ile NATO arasında yaşanan gerilim, ABD'nin Afganistan’dan çekilmesi sonrası oluşan kaotik ortam ve Suriye ve Libya'da devam eden krizler Türkiye ve AB'nin yakın çalışmasını zorunlu kılan durumlardır. Öte yandan AB kanadı her ortamda ve her fırsatta Türkiye ile göç ve mülteciler konusunda iş birliğinin gerekliliğini dile getirmiştir. Bu konularda AB içerisinde Türkiye ile dayanışmanın önemi ve Türkiye'ye ek mali destek sağlanması konusunda da bir konsensüs oluşmuş durumda. Bu dayanışma imkanı ve zorunluluğu bazı AB üyesi ülkelerin küçük çıkarları uğruna göz ardı edilemeyecek hususlardır.
Türkiye ile AB arasında oluşan bazı fikir ayrılıkları ve uygulamalar ilişkilerin çerçevesini çizebilecek büyük resmi gölgelemektedir. Yine de taraflar iş birliği ve ortak çalışma alanlarını genişletmenin potansiyelinin de farkındalar. Türkiye-AB ilişkilerindeki temel sorunların 2022 yılında üstesinden gelinmesini beklemek gerçekçi bir yaklaşım olmayacaktır. Ancak bu dönemde karşılıklı olarak daha yapıcı ve adil bir dil ve eşgüdümlü iletişimin ortaya konulmaya çalışılması şaşırtıcı olmamalı. Bu süreçte ilişkilerde yapıcı atmosferin oluşmasını engellemeye çalışan aktörlerin oyun bozucu hamlelerini de göz ardı etmemek gerek.
***
[Doç. Dr. Talha Köse İbn Haldun Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölüm Başkanıdır]